Barbarlar tükenmez
Eduardo Galeano, 'neredeyse evrensel bir tarih' dediği 'Aynalar'ın başında, "İnsanın dünyanın dört bir yanına doğru çıktığı yolculuk Afrika'dan başladı. Büyükbabalarımız gezegenin fethini oradan başlattılar. Farklı yollar beraberinde farklı kaderleri getirdi ve güneş de renk ayrımı işini üstlendi." diyor ve Ademoğullarının yeryüzüne bir gökkuşağı gibi yayıldığını söylüyordu. Büyük insanlık ailesi için bundan daha güzel bir tanımlama duyduğumu hatırlamıyorum: Yeryüzündeki gökkuşağı... "Bugün dünyanın gökkuşağını oluşturan kadınlar ve erkekler olarak bizlerin gerçek gökkuşağından fazla rengimiz var; ancak hepimiz Afrika kökenli göçmenleriz..." Derimizin beyazlığına bakıp bu gerçeği kabullenmek istemiyor olabiliriz... "Belki de ortak kökenimizi hatırlamayı reddediyoruz." diyor Galeano. "Çünkü ırkçılık hafıza kaybına neden oluyor ya da o çok eski zamanlarda dünyanın tümünün bizim krallığımız olduğuna, üzerinde sınırlar olmayan uçsuz bucaksız bir harita olduğuna ve bize şart koşulan yegâne pasaportun ayaklarımız olduğuna inanmak bize zor geliyor."
Bugün, o büyük ve görkemli insanlık ailesinin, o yeryüzündeki gökkuşağının büyük bir yarısı hâlâ işgal ve sindirmelerle karşı karşıya. Kendi geleceklerini belirlemelerine, kendi topraklarındaki nimetleri kullanmalarına izin verilmiyor. Dünyanın kocaman bir yarısı, merhametle tanışmadan sürdürüyor hayatını. Oysa, diyor Galeano, kendisiyle yapılan bir söyleşide, "Bizim olduğumuzu söyledikleri şeyden çok daha fazlasıyız biz, ama bize öylesine zarar vermiş olan ve hâlâ vermeye devam eden maçizm (maçoluk), rasizm (ırkçılık), militarizm, elitizm (seçkincilik) ve diğer izm'ler tarafından oramız buramız kesilip sakat bırakıldık ve bırakılmaya devam ediyoruz."
Kimileri, 'gökyüzündeki gökkuşağından daha çok renge ve parıltıya sahip olan yeryüzündeki gökkuşağının oluşumuna yardımcı olmaya' çalışırken, kimileri durmadan, bütün farklılıkları yok edip ülkeleri/yeryüzünü bir tek renge boyamayı, hemen her şeyi grileştirmeyi ve birörnek insanlardan oluşan bir dünya kurmayı planlıyor. Hepimiz biliyoruz ki bu, yeni keşfedilmiş bir yöntem değil. Biz buna 'barbarlık' diyoruz ve barbarlığın, insanın en eski ve en korkunç marifeti olduğunu biliyoruz.
Tarihçi ve ilk uluslararası insan hakları savunucularından papaz Bartolomeo de las Casas, İspanyolların 'yeni dünya'yı dalga dalga keşfe çıktığı 1502 yılında, Nicolas de Ovando ile asker olarak Hispaniola adasına gider. Hispainola, yani şimdiki Haiti... Burada gördükleri, 'dünyanın en hile, kurnazlık ve kötülük bilmeyen, kin tutmayan, nefret ve intikam duyguları taşımayan, yumuşak mizaçlı ve narin insanları'dır. Yeryüzündeki gökkuşağının en narin renklerinden biri olan Haitililer ve bütün o yeni dünya krallıklarının masum halkları azgın bir iştahla saldıran İspanyollar tarafından biçilecek ve milyonlarcası yok edilecektir. Casas'ın, o insanın kanını donduran kitabı "Yerlilerin Gözyaşları", namuslu ve kalbi merhametle dolu bir eski zaman yazarının barbarlığı ifşa ettiği benzersiz bir çığlıktır. "Sayısız zavallı masum yerli, köle olarak hizmet ettikleri İspanyolların yaptıkları canavarlıklardan dolayı öldü. Yerliler iki şekilde yok edildiler: İspanyollara karşı savaşırken ve onlara köle olarak hizmet ederken... İspanyolların şeytani barbarlıklarının tek nedeni, doymak bilmez aç gönüllülükleri, ihtirasları ve bu topraklarda bulunan zenginliklerdir." Casas, binlerce yerlinin hayvan gibi boğazlanışına, kazığa oturtuluşuna, ağaçlara bağlanıp yakılışına tanıklık etti. Kulaklarında ve beyninde çınlayıp duran çığlıklar, onu yılmaz bir insan hakları savunucusu yaptı. Ömrü boyunca köleliğe karşı mücadele verdi.
Casas'tan beşyüz yıl sonra barbarlık bitmedi, bitmeyecek. Barbarlar kılık değiştirmiş; kimi ölüm kuyularının başında, kimi sokak arasında, kimi parlamentoda, kimi kurdukları korkunç planlarla karşımıza dikiliyor. Çağdaş barbarlar, bizim sonsuz renkli bir gökkuşağı olmamızı istemiyor; insanlığın el ele verip biriktirdiği bütün güzellikleri yok etmek için fırsat kolluyorlar. Nasıl son bulacak barbarlık, insan sömürüsü ne zaman bitecek? Merhamet havarileri, gökkuşağı renklerini sürekli parlatarak barbarların gözünü kör ettiği zaman. Onları kımıltısız bırakıp soylarını bitirecek tek şey ışıktır, daha fazla ışık!
Bugün, o büyük ve görkemli insanlık ailesinin, o yeryüzündeki gökkuşağının büyük bir yarısı hâlâ işgal ve sindirmelerle karşı karşıya. Kendi geleceklerini belirlemelerine, kendi topraklarındaki nimetleri kullanmalarına izin verilmiyor. Dünyanın kocaman bir yarısı, merhametle tanışmadan sürdürüyor hayatını. Oysa, diyor Galeano, kendisiyle yapılan bir söyleşide, "Bizim olduğumuzu söyledikleri şeyden çok daha fazlasıyız biz, ama bize öylesine zarar vermiş olan ve hâlâ vermeye devam eden maçizm (maçoluk), rasizm (ırkçılık), militarizm, elitizm (seçkincilik) ve diğer izm'ler tarafından oramız buramız kesilip sakat bırakıldık ve bırakılmaya devam ediyoruz."
Kimileri, 'gökyüzündeki gökkuşağından daha çok renge ve parıltıya sahip olan yeryüzündeki gökkuşağının oluşumuna yardımcı olmaya' çalışırken, kimileri durmadan, bütün farklılıkları yok edip ülkeleri/yeryüzünü bir tek renge boyamayı, hemen her şeyi grileştirmeyi ve birörnek insanlardan oluşan bir dünya kurmayı planlıyor. Hepimiz biliyoruz ki bu, yeni keşfedilmiş bir yöntem değil. Biz buna 'barbarlık' diyoruz ve barbarlığın, insanın en eski ve en korkunç marifeti olduğunu biliyoruz.
Tarihçi ve ilk uluslararası insan hakları savunucularından papaz Bartolomeo de las Casas, İspanyolların 'yeni dünya'yı dalga dalga keşfe çıktığı 1502 yılında, Nicolas de Ovando ile asker olarak Hispaniola adasına gider. Hispainola, yani şimdiki Haiti... Burada gördükleri, 'dünyanın en hile, kurnazlık ve kötülük bilmeyen, kin tutmayan, nefret ve intikam duyguları taşımayan, yumuşak mizaçlı ve narin insanları'dır. Yeryüzündeki gökkuşağının en narin renklerinden biri olan Haitililer ve bütün o yeni dünya krallıklarının masum halkları azgın bir iştahla saldıran İspanyollar tarafından biçilecek ve milyonlarcası yok edilecektir. Casas'ın, o insanın kanını donduran kitabı "Yerlilerin Gözyaşları", namuslu ve kalbi merhametle dolu bir eski zaman yazarının barbarlığı ifşa ettiği benzersiz bir çığlıktır. "Sayısız zavallı masum yerli, köle olarak hizmet ettikleri İspanyolların yaptıkları canavarlıklardan dolayı öldü. Yerliler iki şekilde yok edildiler: İspanyollara karşı savaşırken ve onlara köle olarak hizmet ederken... İspanyolların şeytani barbarlıklarının tek nedeni, doymak bilmez aç gönüllülükleri, ihtirasları ve bu topraklarda bulunan zenginliklerdir." Casas, binlerce yerlinin hayvan gibi boğazlanışına, kazığa oturtuluşuna, ağaçlara bağlanıp yakılışına tanıklık etti. Kulaklarında ve beyninde çınlayıp duran çığlıklar, onu yılmaz bir insan hakları savunucusu yaptı. Ömrü boyunca köleliğe karşı mücadele verdi.
Casas'tan beşyüz yıl sonra barbarlık bitmedi, bitmeyecek. Barbarlar kılık değiştirmiş; kimi ölüm kuyularının başında, kimi sokak arasında, kimi parlamentoda, kimi kurdukları korkunç planlarla karşımıza dikiliyor. Çağdaş barbarlar, bizim sonsuz renkli bir gökkuşağı olmamızı istemiyor; insanlığın el ele verip biriktirdiği bütün güzellikleri yok etmek için fırsat kolluyorlar. Nasıl son bulacak barbarlık, insan sömürüsü ne zaman bitecek? Merhamet havarileri, gökkuşağı renklerini sürekli parlatarak barbarların gözünü kör ettiği zaman. Onları kımıltısız bırakıp soylarını bitirecek tek şey ışıktır, daha fazla ışık!
Yorumlar
Yorum Gönder