Sevgiliye lâyık çilek nerede?
Sevgiliye lâyık çilek nerede?
Bahar meyvelerini hem severim, hem de üzülürüm akıbetlerine. Çağla, çilek, kiraz, erik, yenidünya... İlkyaz başında çıkar, bir süre manavlarda, tezgahlarda eğleşir, sonra meyveliklerini bilmeden, tatlarına doyurmadan ortalıktan kayboluverirler. Giderler ki arkalarından yazın daha uzun ömürlü, daha hatırlı meyveleri gelsin... Bir görünüp kayboluşlarıyla; sümbül, menekşe yahut papatya kadar kısa ömürleriyle sanki kış ve yaz meyveleri arasında bir âraf meyvesi gibi gelirler bana. Sanki tabiatın canlandığı, insanların taze tatlar aradığı ilkyaz günlerinde, ağızlarda hoş bir rayiha ve serinlik bırakıp gitsin diye yaratılmışlardır.
Ömürleri pek kısadır, tadına doyulmadan geçiverir; ama bahar meyvelerinin asaletleri, benzersizlikleri, onları bütün meyveler içinde ayrıcalıklı bir yere koymamız için kâfidir. Refik Halid Karay, meyveleri 'asil' ve 'pespaye' diye ayırıp, kimilerini göklere çıkardığı, kimilerini 'yaratılmasa da olurdu' dediği o harikulade "Meyvelere Dair" yazısında, çileğe 'meyvelerin menekşesi' demiştir. "Çilek, menekşe kadar mahviyetkâr, menekşe gibi rayihalı, menekşe kadar aceleci ve naziktir." Üstat buyurur ki, "İnsanların sevgililerine verecekleri en mutena çiçek muhakkak ki bir demet menekşedir; fakat bir sepet çilek de verebilir. Çilekle menekşede saf, derin aşkların rayiha ve hatırası saklıdır." Kirazın da ağaçtaki manzarasına vurgundur Refik Halid, "Onun güzelliğini, nazik, narin ve uzun sapa takılı olması teşkil eder. İyi ki kirazın çilek ve şeftali gibi bir de rayihası yoktur; zira o lezzeti, o duruşu ve o mebzuliyeti ile bir de rayihası olsaydı, kiraz yemekten insanlar harap, perişan olurdu."
Manavlarda, seyyar satıcıların tezgahlarında arzı endam ediyor; ama artık ne üstadın tarif ettiği o rayiha ne de zarafet var şimdiki çileklerde. Hangi kimyevî madde ve hormonlarla yetiştirilip önümüze sürülüyorsa, o bildiğimiz ve hayal ettiğimiz çileğe hiç benzemeyen, iri, biçimsiz, tatsız, kokusuz ve ucube meyve, tezgahlarda yığın yığın duruyor ve iştahımızı bile kabartmıyor. Bu haliyle ne menekşeye benziyor ne de sevgiliye sunulacak bir hediye olmayı hak ediyor! Kirazlarsa yeni yeni görünür oldu. Onun da tatlısını, lezzetlisini arayıp bulmak pek mümkün değil. Anlayacağınız, hayatımızda bozulan, tadını yitiren her şey gibi meyveler de o asil görünüşlerini, tatlarını çoktan kaybetti. İnsanoğlu, her nesnenin kopyasını ve seri üretimini yapmakla yetinmeyip yaratılmışların kimyasıyla da oynuyor. Daha çok kazanç uğruna, tabiatın hem dengesini, hem tatlarını yok ediyor.
Doğrusu bu ya, ben meyve yemeyi sevdiğim kadar tezgahlarda, sepetlerde onların tazeliklerini, ışıltılarını seyretmeyi severim. İşinin ehli manavların, sanatkârlara mahsus bir titizlikle istif ettiği meyveler, insana hakiki bir seyir zevki verir. Siz, burada ister istemez, meyvelerin serencamını düşünür, hayalinizde bağlara, bahçelerine doğru yemyeşil bir gezintiye çıkarsınız. Böyle bir yolculuk için tabii ki o meyvelerin yetiştiği bahçeleri, ağaçları görmüş ve onlara dair hatıralar saklıyor olmanız gerekir. Hangi meyvenin hangi ağaçta yetiştiğini bilmiyorsanız yahut dalından meyve koparıp yemişliğiniz yoksa bütün o rengarenk, ışıltılı ve nazenin meyveler, sizin için sadece sofranızı süsleyen yiyecekler olur.
Geldi, gelmedi derken ilkyaz geçiverir ve yazın kavurucu sıcaklarında buluruz kendimizi. Çok durmaz, çilekler, kirazlar da kaybolur gider. Hazır vakit varken arayıp bulmalı hasını, rayihalısını. Mevsimlerin tadını veren, biraz da meyvelerdir. Elimizden kaçırınca arasak da bulamayız, bir yıl adlarını sayıklayıp dururuz sonra...
Bahar meyvelerini hem severim, hem de üzülürüm akıbetlerine. Çağla, çilek, kiraz, erik, yenidünya... İlkyaz başında çıkar, bir süre manavlarda, tezgahlarda eğleşir, sonra meyveliklerini bilmeden, tatlarına doyurmadan ortalıktan kayboluverirler. Giderler ki arkalarından yazın daha uzun ömürlü, daha hatırlı meyveleri gelsin... Bir görünüp kayboluşlarıyla; sümbül, menekşe yahut papatya kadar kısa ömürleriyle sanki kış ve yaz meyveleri arasında bir âraf meyvesi gibi gelirler bana. Sanki tabiatın canlandığı, insanların taze tatlar aradığı ilkyaz günlerinde, ağızlarda hoş bir rayiha ve serinlik bırakıp gitsin diye yaratılmışlardır.
Ömürleri pek kısadır, tadına doyulmadan geçiverir; ama bahar meyvelerinin asaletleri, benzersizlikleri, onları bütün meyveler içinde ayrıcalıklı bir yere koymamız için kâfidir. Refik Halid Karay, meyveleri 'asil' ve 'pespaye' diye ayırıp, kimilerini göklere çıkardığı, kimilerini 'yaratılmasa da olurdu' dediği o harikulade "Meyvelere Dair" yazısında, çileğe 'meyvelerin menekşesi' demiştir. "Çilek, menekşe kadar mahviyetkâr, menekşe gibi rayihalı, menekşe kadar aceleci ve naziktir." Üstat buyurur ki, "İnsanların sevgililerine verecekleri en mutena çiçek muhakkak ki bir demet menekşedir; fakat bir sepet çilek de verebilir. Çilekle menekşede saf, derin aşkların rayiha ve hatırası saklıdır." Kirazın da ağaçtaki manzarasına vurgundur Refik Halid, "Onun güzelliğini, nazik, narin ve uzun sapa takılı olması teşkil eder. İyi ki kirazın çilek ve şeftali gibi bir de rayihası yoktur; zira o lezzeti, o duruşu ve o mebzuliyeti ile bir de rayihası olsaydı, kiraz yemekten insanlar harap, perişan olurdu."
Manavlarda, seyyar satıcıların tezgahlarında arzı endam ediyor; ama artık ne üstadın tarif ettiği o rayiha ne de zarafet var şimdiki çileklerde. Hangi kimyevî madde ve hormonlarla yetiştirilip önümüze sürülüyorsa, o bildiğimiz ve hayal ettiğimiz çileğe hiç benzemeyen, iri, biçimsiz, tatsız, kokusuz ve ucube meyve, tezgahlarda yığın yığın duruyor ve iştahımızı bile kabartmıyor. Bu haliyle ne menekşeye benziyor ne de sevgiliye sunulacak bir hediye olmayı hak ediyor! Kirazlarsa yeni yeni görünür oldu. Onun da tatlısını, lezzetlisini arayıp bulmak pek mümkün değil. Anlayacağınız, hayatımızda bozulan, tadını yitiren her şey gibi meyveler de o asil görünüşlerini, tatlarını çoktan kaybetti. İnsanoğlu, her nesnenin kopyasını ve seri üretimini yapmakla yetinmeyip yaratılmışların kimyasıyla da oynuyor. Daha çok kazanç uğruna, tabiatın hem dengesini, hem tatlarını yok ediyor.
Doğrusu bu ya, ben meyve yemeyi sevdiğim kadar tezgahlarda, sepetlerde onların tazeliklerini, ışıltılarını seyretmeyi severim. İşinin ehli manavların, sanatkârlara mahsus bir titizlikle istif ettiği meyveler, insana hakiki bir seyir zevki verir. Siz, burada ister istemez, meyvelerin serencamını düşünür, hayalinizde bağlara, bahçelerine doğru yemyeşil bir gezintiye çıkarsınız. Böyle bir yolculuk için tabii ki o meyvelerin yetiştiği bahçeleri, ağaçları görmüş ve onlara dair hatıralar saklıyor olmanız gerekir. Hangi meyvenin hangi ağaçta yetiştiğini bilmiyorsanız yahut dalından meyve koparıp yemişliğiniz yoksa bütün o rengarenk, ışıltılı ve nazenin meyveler, sizin için sadece sofranızı süsleyen yiyecekler olur.
Geldi, gelmedi derken ilkyaz geçiverir ve yazın kavurucu sıcaklarında buluruz kendimizi. Çok durmaz, çilekler, kirazlar da kaybolur gider. Hazır vakit varken arayıp bulmalı hasını, rayihalısını. Mevsimlerin tadını veren, biraz da meyvelerdir. Elimizden kaçırınca arasak da bulamayız, bir yıl adlarını sayıklayıp dururuz sonra...
Yorumlar
Yorum Gönder