Çiçekler bize ne söyler?
Fırtınalı, buz gibi bir kış akşamında, cadde başında bir çiçekçi durur.
Gelip geçene küçücük, mor, pembe sümbül demetleri uzatır. Evlere çiçek gitsin, akşamlarımız yumuşasın, ışısın ister gibi... Belki bir demetçik sümbül yahut fulya ile kışın ayazı kırılacak, yüreğimiz ısınacaktır. Küçük, daracık evlerimizde tutup baharı düşleyeceğiz.
Çiçeklerin de kendilerine özgü dilleri vardır bilir misiniz? Hepsinin daha adında zengin çağrışımlar, ince anlamlar yatar. Türüne, rengine ve biçimine göre, her çiçeğin bize bir söylediği vardır. Yahut, biz zaman içinde onlara gönlümüzden geçen anlamları yüklemişizdir. Portakal çiçeği ümit demektir mesela. Kadife çiçeği ümitsizlik; lâle sakadatsizlik...
Çiçeklerin dilinden en çok anneler anlar. Kadınlar içlerini çiçeklere döker, onlarla söyleşirler. Ve evinin her köşesini minik bir bahçeye çevirir kadın. Sonra kendince isimler takar çiçeklere: Hanımeli, hanım düğmesi, hanım sallandı, cemali güzel, hüsnüyusuf, kına, küpeçiçeği, saksı güzeli... Türk çiçek kültürü üzerine yapılmış nefis bir araştırma olan Güller Kitabı'nın yazarı Beşir Ayvazoğlu, "Bu adların çiçeklere erkekler tarafından konulmuş olacağına ihtimal vermiyorum" der. Belki, bir kadın kendini en çok çiçeklere benzetir. Bu yüzden itina ile bakar ve güzel isimlerle seslenir onlara. Ama bütün bunlar, çiçeklerin erkeklere de bir şeyler söylemediği anlamına gelmez. Yüreği incelmiş kişiler, çiçeklerin yüzüne bakıp onda koskocaman kâinatı görebilirler. "Öğrencileri bir gün Buda'nın vereceği bir vaazı dinlemek üzere toplanırlar. Ama o, tek kelime bile etmez; yere eğilerek birkaç çiçek koparır ve görmeleri için onlara doğru uzatır. Buda'nın ne demek istediğini öğrencilerinden sadece biri anlar ve anladığını gülümseyişle belli eder."
Çiçeklere bakmak ve çiçekler içinde gezinmek insanı inceltir, rahatlatır. Çiçekler, bizi kendilerininki gibi tertemiz bir dünyanın içine, 'güzelliğe' çeker.
Çiçeği saksılarda, pencere önlerinde ve balkonlarda, bir de çiçek pazarında gören bizler için, Buda'nın öğrencisinin yahut bizdeki sayısız iyi insanın çiçeklere bakıp gülümsemesini, onlarla söyleşmesini anlamak hiç de kolay olmayacak. Çiçeklerin dilinden anlıyanlar, ya kırlarda, bağ ve bahçelerde onlarla iç içe yaşıyanlar; yahut da evinin, köşkünün ve konağının bahçesinde rengarenk çiçek tarhları bulunan insanlardır. Onlar ki, bahçesiz ve çiçeksiz yaşamayı yaşamak saymazlardı...
Kırlar, bahçeler, hasbahçeler küçüle küçüle şehrin dışındaki çiçek seralarına dönüşmüştür bugün. Oradan şehre, cadde başlarına, hastane önlerine, çiçekçilerin küçük kulübelerine; gül, karanfil, sümbül, nergis, çiğdem.. taşınır. Soğuk kış günlerinde, içini birazcık aydınlatmak isteyen babalar, annelerini sevindirmek isteyen çocuklar; ve sevgililer bir demet çiçek alıp yürürler... Yürekleri inceliklerini yitirmemiş kadınlarsa, balkonlarında hatmiler, küstüm çiçekleri, camgöbeği, gecesefası ve fesleğen yetiştirmeye devam ederler... Bahçeden ve ışıktan yoksun evlerimizin birazcık sıcaklığı ve çekilebilirliği varsa, o da annelerimizin, sarsılmaz bir hassasiyetle üstüne titrediği saksı çiçeklerinin odalara taşıdığı huzurdan değil midir?
Yorumlar
Yorum Gönder