Caz ve hüzün
"Bir caz müziği gelip geçiyor hüzün", diyor Edip Cansever; defterime yazmışım. Temmuz akşamlarını ve cazın aramızdan o esmer sesiyle geçip gidişini.
Bir caz müziği gibi gelip geçti zaman...
(Caz'a olan ilgim Erkan Oğur'la başladı. Ve Jülide Özçelik'in Neşet Ertaş yorumlamaları bu ilgimi artırdı. - Neşet'i anmazsam olmazdı tabii.)
Caz' ın yazla olan yakınlığını anlatmaya iki sesin benzerliği yetmiyor. Yazlar elbette en çok hüzündür.
Hüzün, geceden önce gelip yerleşiyor. Ve konuşuyor sesinde esmer bir yalnızlıkla. Hilmi Yavuz'un 'Akşam Şiirleri'nden bir dizeyle: "Yüzüme bak, hüzüne bakmış olursun".
Caz da elbette en çok hüzündür. Kara bulutlar altında sarı bir yağmurluğa bürünüp gelir. Durur öylece, bakar, konuşmaz. Bazı akşamlar da öyledir, susar. Bu sırada, Al Jarreau, o uzun kollarını sallamış, yüzünde dünyaları umursamaz bir gülümseyişle söyler: "We're in this love together". Sesini bütün enstrümanların üstüne çıkarıp, gülerek. Yağmur yağacakmış, yağsın. Vakit ilerlemiş, tükensin! Kendi sesinin aydınlığında dans eden bir cazcıdan daha mesut kim olabilir!
Hüznün içinden usulca bir sevinçle çıkıp gelir, o sarı yağmurlukların altında esmer bir gülümseme. Güzelleşir gece. Caz, 'hüzünlü bir bahtiyarlık'la şarkı söylemenin sevincidir.
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor zaman... Suskun, öylece, bulutların altında; gitarın, saksafonun, armonikanın ve o esmer sesin açtığı yoldan geceye karışıp gideriz. Biraz daha kendimiz, biraz daha bahtiyar belki.
Hayata hüzünlü bir bahtiyarlıkla gülümseyenler, cazı neden severler? Çünkü caz, rahatı kaçıkların müziği, dünya kollarına büyük gelenlerin, acısı koyuların, uzaklara bakıp gülümseyenlerin, yolun sonunu göremeyenlerin müziği. Çünkü, bence caz, bütün rindlerin müziği!
Gece, bir caz müziği gibi gülümseyip geçiyor.
Bu ülkeden yaşamanın bezdiriciliği üzerine konuşmak; hüzünlü, acı. Böyle dillerle komuşmayı bilmeyenler... Böyle rant teşekkülleri, köşe dönücüler, kara politikalar, çeşme akarken testisini doldurmalar... Cahili olanlar bunların ve iyi ki bilmeyenler o dillerle konuşmayı.
Peki ya; 'kaçarken' boğularak ölen dört aylık bebekler, okula giden çocuğuna harçlık veremeyen babalar, dertliler, garipler... Dilleri çok yalın, çok kederli, çok 'çocuk' olanlar. Eteklerinden hüzün, dert akanlar... Yüzleri kat kat hüzün olanlar. Çok ağlayıp, çok susanlar...
İşte bunun için caz seviyoruz. Bunun için karşımıza solgun fotoğraflar koyup, cazın ardından Neşet dinliyoruz. Türküler dinleyip susuyoruz. Susup yine türküler dinliyoruz.
İşte bunun için, birbirine bakmadan, telefonda bile konuşamayanlar... Bir dize bulup onun serinliğinde sabahlayanlar... Görmediği zamanlarda hep birbirini düşünenler. Öyküler biriktiren anlatmaya. Fotoğraflar ve şiirler biriktirenler... Birlikte yola çıkanlar, 'yolda' olmanın sevinci ve heyecanıyla tutuşup, yürüyenler...
Zaman bir caz müziği gibi geçer yolda, mesut eder insanı. En çok yazı sevenler, bir de akşamları...
Buğusu üstünde bir şiir gibi caz, o esmer sesiyle gelip girer aramıza...
Bir caz müziği gibi gelip geçti zaman...
(Caz'a olan ilgim Erkan Oğur'la başladı. Ve Jülide Özçelik'in Neşet Ertaş yorumlamaları bu ilgimi artırdı. - Neşet'i anmazsam olmazdı tabii.)
Caz' ın yazla olan yakınlığını anlatmaya iki sesin benzerliği yetmiyor. Yazlar elbette en çok hüzündür.
Hüzün, geceden önce gelip yerleşiyor. Ve konuşuyor sesinde esmer bir yalnızlıkla. Hilmi Yavuz'un 'Akşam Şiirleri'nden bir dizeyle: "Yüzüme bak, hüzüne bakmış olursun".
Caz da elbette en çok hüzündür. Kara bulutlar altında sarı bir yağmurluğa bürünüp gelir. Durur öylece, bakar, konuşmaz. Bazı akşamlar da öyledir, susar. Bu sırada, Al Jarreau, o uzun kollarını sallamış, yüzünde dünyaları umursamaz bir gülümseyişle söyler: "We're in this love together". Sesini bütün enstrümanların üstüne çıkarıp, gülerek. Yağmur yağacakmış, yağsın. Vakit ilerlemiş, tükensin! Kendi sesinin aydınlığında dans eden bir cazcıdan daha mesut kim olabilir!
Hüznün içinden usulca bir sevinçle çıkıp gelir, o sarı yağmurlukların altında esmer bir gülümseme. Güzelleşir gece. Caz, 'hüzünlü bir bahtiyarlık'la şarkı söylemenin sevincidir.
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor zaman... Suskun, öylece, bulutların altında; gitarın, saksafonun, armonikanın ve o esmer sesin açtığı yoldan geceye karışıp gideriz. Biraz daha kendimiz, biraz daha bahtiyar belki.
Hayata hüzünlü bir bahtiyarlıkla gülümseyenler, cazı neden severler? Çünkü caz, rahatı kaçıkların müziği, dünya kollarına büyük gelenlerin, acısı koyuların, uzaklara bakıp gülümseyenlerin, yolun sonunu göremeyenlerin müziği. Çünkü, bence caz, bütün rindlerin müziği!
Gece, bir caz müziği gibi gülümseyip geçiyor.
Bu ülkeden yaşamanın bezdiriciliği üzerine konuşmak; hüzünlü, acı. Böyle dillerle komuşmayı bilmeyenler... Böyle rant teşekkülleri, köşe dönücüler, kara politikalar, çeşme akarken testisini doldurmalar... Cahili olanlar bunların ve iyi ki bilmeyenler o dillerle konuşmayı.
Peki ya; 'kaçarken' boğularak ölen dört aylık bebekler, okula giden çocuğuna harçlık veremeyen babalar, dertliler, garipler... Dilleri çok yalın, çok kederli, çok 'çocuk' olanlar. Eteklerinden hüzün, dert akanlar... Yüzleri kat kat hüzün olanlar. Çok ağlayıp, çok susanlar...
İşte bunun için caz seviyoruz. Bunun için karşımıza solgun fotoğraflar koyup, cazın ardından Neşet dinliyoruz. Türküler dinleyip susuyoruz. Susup yine türküler dinliyoruz.
İşte bunun için, birbirine bakmadan, telefonda bile konuşamayanlar... Bir dize bulup onun serinliğinde sabahlayanlar... Görmediği zamanlarda hep birbirini düşünenler. Öyküler biriktiren anlatmaya. Fotoğraflar ve şiirler biriktirenler... Birlikte yola çıkanlar, 'yolda' olmanın sevinci ve heyecanıyla tutuşup, yürüyenler...
Zaman bir caz müziği gibi geçer yolda, mesut eder insanı. En çok yazı sevenler, bir de akşamları...
Buğusu üstünde bir şiir gibi caz, o esmer sesiyle gelip girer aramıza...
Yorumlar
Yorum Gönder