Kayıtlar

Dert adamı söyletirmiş...

Dert adamı söyletirmiş, söylemeye geldim. İçimdeki ifrazattan kurtulmak için ya üç saat yürümem lazımdı, ya da beş batman bulaşık yıkamam. Veyahut şu saatte dipli bucaklı temizliğe girişmem gerekiyor, lakin komşulara kıyamam. İçimi buraya dökmekten vazgeçeli çok oldu, içimi dökmekten vazgeçeli çok oldu. Artık yıldızım mı sönmüş, enerjim mi düşük, karma mı, kader mi ne derseniz deyin. Belki de ulan ben ne halt etmişim pişmanlığıyla kendini imha edecek bu satırları dizmekten başka çarem yok şu dakikada. Üstelik sabahtan beridir mutfaktaydım, biriktirdikçe biriktirdim. Beni pazar sabahı 7'de uyandıran şey ne ise ona hınçlandıkça bilendim. Sabah kargalar pisliğini deşelemeden işte olacağım. Anlayacağınız bu uzun girizgahı burada saçmalamaktan başka çarem olmadığını anlatmak için yazdım. Ya yazacağım, ya da nâçâr zaten bölük pörçük uykularımın rüyalarında, işyerinde beynimi sülük misali emikleyen kadın elimden a4 topunu alıp kaçtı diye cıngar çıkaracağım. Hülâsa eğleşmek, öğrenmek, dü...

Bir köy öğretmeni...

Bir köy öğretmeni... Karlar eriyip yollar açıldığında maaşını almak için üç ayda ilçeye inebilen; maaşının çoğunu defter, kalem, tebeşir, çocuklara ilâç, ayakkabı, çanta için harcayıp dolu kucağıyla yeniden heyecanla köyüne koşan bir öğretmen. İşte bu öğretmeni âmirleri nihayet tam otuz sene onu ödüllendirmiş olmak için dağ köylerinden indirip bir ilçeye tayin ediyorlar. O devirler, köylülerin kasabalıların çocuklarını okutmak yerine "Davar gütsün, tarlada-tapanda işe yarasın, harmana yardımı dokunsun, hiç değilse bir işin ucundan tutsun" diye okuldan uzak tuttuğu zamanlar. Bizim öğretmen okulda yarıdan ziyadesi boş derslikleri görünce, sokaklarda öğrenci aramaya koyuluyor; rica, minnet, tehdit, ikna; aklına gelen, gücünün yettiği ne kadar bildiği yol varsa harekete geçirip mektebi şenlendiriyor. Olan yine mütevazı maaşına oluyor tabii; önlük, çanta, kitap, ayakkabı, kimin ne ihtiyacı varsa öğrencilerine selsebil ediyor maaşını, gençliğini, emeğini, ömrünü... Der...

Siz böyle güzelsiniz

"Bu çay tabağı..." dediniz "tam kırk yıllık." İnanamadım. Çevirip arkasına baktım, melamin. Pırıl pırıldı ve kırmızı - beyaz renkleri neredeyse hiç solmamıştı. Bir çay tabağını kırk yıl kullanmış olmanız karşısında duyduğum hayreti anlatamam. Kırk yıldır değişen, dönüşen bütün dünya düzenine, hayatın genel geçer akışına, tüketim arzusuna, alışveriş tutkusuna, velhasıl üstünüze üstünüze gelen ne varsa, işte onların hepsine meydan okudunuz, öyle mi?! Melamin çay tabaklarıyla kırk yıl! "Kırk yıldan da fazla olmuştur aslında" dediniz. Elimde evirip çevirmiştim, tarihî bir esere bakıyor gibi. Basbayağı tarihî eser de sayılabilirlerdi. İsmet Paşa'yı görmüş olma ihtimalleri vardı. Âşık Veysel öldüğünde, 12 Mart muhtırası verildiğinde, bütün o terör günlerinde... Çocuklar büyürken, akşam çaylarında, kahvaltılarda, konu komşu geldiğinde, çay bardaklarının altında bu melamin tabaklar… Kenan Evren günlerinde, Özal devrinde, evlere telefon geldiğinde, tel...

Evde kalmak zevki

Evde kalmak zevki Bir yere yetişme, bir işi bitirme, birisiyle buluşmaya gitme telaşı duymadan, keyfinizce yaşayacağınız bir günü özlediğiniz olmuyor mu? Memleket meselelerini bir günlüğüne de olsa unutup; televizyona yüz vermeden, gazeteleri hiç açmadan, sosyal medyanın kıyısına dahi uğramadan bir günün tamamını evde geçirmenin yaşattığı rahatlığı bir düşünün... Refik Halid Karay "Evde Kalmak Zevki" isimli yazısında şöyle buyuruyor: "Medeni insan için dışarıda eğlenmesini bildiği kadar, evinde hoşça vakit geçirme yolunu bulmak, ikisinin de zevkini çıkarmak lâzımdır." Sırrını bilenler için ev, tam bir saadetler ve keşfedilmeyi bekliyen küçük zevkler cennetidir. Vaktinin çoğunu evinde geçirenler farklı düşünebilir tabii, fakat bunca hayhuy içerisinde, sabahın köründe, her gün farklı telaşla evden çıkıp gece yarısı dönenler; eşiyle, çocuklarıyla bir akşam yemeğinde, bir kahvaltıda bile görüşemeyenler; kitaplarına, çiçeklerine, eşyalarına, giysilerine adamakıllı...

Tarhana yalnızca bir çorba mıdır?

"... Derken bir sabah gözümüzü açardık ki damlar bembeyaz, bacalar duman püskürüyor, kar lapa lapa yağıyor. İçimizde biberli baharlı bir sıcağa, midemizde ise yükte hafif, 'kalori'de ağır bir yemeğe kuvvetle istek var. İşte o zaman böyle derdik: - Bir tarhana çorbası içsek! Tarhana çorbasına ufalanmış tulum peyniri ve tavada nar gibi kızartılmış zar biçimi ekmek parçaları karıştırmak âdettir. İçmesine doyum olmaz; mideye indiği zaman bütün vücuda yumuşak, okşayıcı ve canlandırıcı bir sıcaklık yayar. O kadar ki, sofradan başımızı pencereye çevirip kar tipisine sünepe sünepe, içiniz katıla katıla değil, meydan okurcasına bakmaya başlarsınız; kendinizi tam mânasiyle tok, besili ve hayat güreşine hazırlanmış bulursunuz!" * Refik Halid Karay; Karakışta Öz Türk Yemekleri Bu sözlerin kantarının kaçtığını düşünüp Refik Halid'e istihza ile bakmayınız. Siz ister kabul edin, ister etmeyin, tarhana çorbadan öte bir şeydir, ince sanattır. Dünyanın bütün çorbal...

《Kış geldi firak açmadadır sînede yâre》

Refik Halid "Eski Yaz Akşamları" yazısında "şimdi hiçbir mevsim, sîneler firak nedir bilmiyor ve hiçbir mevsim sîneleri sızlatmıyor." diyor. Siz de "maziperest, nostaljiperver, melankoli düşkünü" demeyecekseniz birkaç şey karaladım. --- Kış geldi; çetin geçiyor... Şevki Bey'in hicaz şarkısını hatırlayarak, "Kış geldi firak açmadadır sînede yâre Vuslat yine mi kaldı güzel başka bahâre" diye bağlasam uygun olur değil mi? Neden acaba? Nedeni açık. Dinlediklerim, okuduklarım ve bir parça da yaşadıklarımdan bildiğim kadarıyla' eski hayat'ın yâdigârı bize bu duygular.  Hangi duygular?.. Kış gelir. Kar günlerce yağar, yollar kapanır. Artık ne bir haber gelir ne bir mektup. Sevgili ya yol vermeyen karlı yüce dağlara bakar; yahut gecenin bir vakti uluyan rüzgarla savrulan tipiye takılarak bir ürperti, bir korku duyar. Yorganına (yalnızlığına) sarılır, güvenli bir yer arar. İşte bu kışın kara yüzüdür. Hasret ve gurbet kok...

Çiçekler bize ne söyler?

   Fırtınalı, buz gibi bir kış akşamında, cadde başında bir çiçekçi durur.    Gelip geçene küçücük, mor, pembe sümbül demetleri uzatır. Evlere çiçek gitsin, akşamlarımız yumuşasın, ışısın ister gibi... Belki bir demetçik sümbül yahut fulya ile kışın ayazı kırılacak, yüreğimiz ısınacaktır. Küçük, daracık evlerimizde tutup baharı düşleyeceğiz.    Çiçeklerin de kendilerine özgü dilleri vardır bilir misiniz? Hepsinin daha adında zengin çağrışımlar, ince anlamlar yatar. Türüne, rengine ve biçimine göre, her çiçeğin bize bir söylediği vardır. Yahut, biz zaman içinde onlara gönlümüzden geçen anlamları yüklemişizdir. Portakal çiçeği ümit demektir mesela. Kadife çiçeği ümitsizlik; lâle sakadatsizlik...    Çiçeklerin dilinden en çok anneler anlar. Kadınlar içlerini çiçeklere döker, onlarla söyleşirler. Ve evinin her köşesini minik bir bahçeye çevirir kadın. Sonra kendince isimler takar çiçeklere: Hanımeli, hanım düğmesi, hanım sallandı, cemali ...